Sakin bir köşede kitabım ve kahvem ile ruhumu gezdiren zamanlar yaratıyorum. Kendim için, kendime iyi gelmek için bazen de sadece canım öyle istediği için… Böyle anlarda yani tüm kaostan, tüm insanlardan, tüm olaylardan hatta duygularımdan bile sıyrıldığım anlarda şunu söylüyorum: “Hayat, tüm duyguları yaşayacak kadar uzun olabilir ama aynı zamanda, sürekli her şeyi göğüslemek için de yeterince kısa. Kim bilir hangi sebepten kırgındım hatırlamıyorum bile, ama kitaplarla ilk kurduğum o bağ kırgınlık zamanlarımdı. Kendimi iyi etmenin reçetesini vermişti biri sanki elime. Okurken iyileşmiştim. Malum, kalp hep suikaste açık bir organ. Kendimizi korumak için, ya demir gibi bir kalp taşımak ya da kendimizi iyi etmeyi bilmek zorundayız. İlki zordu, ben de kendimi iyi etmeyi öğrenmeye kitaplarla başladım. Satırlarda yazanlar bazen yakınımdaki kişilerden daha tanıdık ve anlaşılır oluyor.
Zaman geçtikte rafine bir hayat istediğimi, satır aralarını okuyarak fark ediyorum. Seçimlerimin daha keskin olduğu bir dönemden geçiyorum. Kalabalık, gürültülü ve zayıf olmayı reddediyorum mesela; çünkü biliyorum ki yalın, güçlü ve özgür ruhum. Hiçbir konuda çok katı olmamaya çalışıyorum. Katı olanın, kolaylıkla şekil değiştirip, dönüşemeyeceğini düşünenlerdenim. Uzun zamandır yüzeysel sohbetlerden, kuru kalabalıklardan hoşlanmıyorum mesela. Yanında huzursuz hissettiğim, keyif almadığım insanlarla vakit geçirmemeye çalışıyorum. Son zamanlarda kendimle ilgili farkettiğim bir detay da anlaşılır olmakla ilgili. Gayet sakin ve çabasız olan konuşmalarım son bi kaç zamandır şekil değiştirdi. Özellikle iş ilişkilerim ile ilgili olan kısımlarda; herhangi bir konu içeren durumlarda daha fazla anlatırsam, aynı konunun üstüne birkaç cümle daha eklersem, karşı taraf daha iyi anlar diye düşünür oldum. Daha fazla anlaşılmak için uzun uzun cümlelerin arasında sıkıştığımı farkettim. Halbuki anlaşılmak, karşı tarafın ne kadar anlamaya gönüllü olduğuna ve onun bakış açısına göre değişen bir durum. Bunu bildiğim halde fazla efor zihnimi de bedenimi de ruhumu da yorduğunu farkettim.
Hepimiz insanız ve en temel ihtiyaçlarımızdan biri de anlaşılmak. Ama bunun sadece benimle ilgili olmadığını unutmadan hep hatırlatıyorum bu aralar kendime. “Ben” dediğimiz şey yaşadıklarımız karşısında seçtiğimiz düşüncede, duyguda, tepkide gizli. İnsanı silkeleyip kendine getiriveren pofuduk bir bulutun, dinginliğini içine girdim dün gece. “Yeni Ay’da” mum yakıp niyetimi ve dileğimi geçirdim o naif ve kırılgan kalbimden. Hissederek ve ikna olarak… Kendime kendimin bugüne dek olabilmiş en iyi versiyonunu hediye etmeyi diledim. Umarım kıymetimi bilir, tadımı çıkarırım.
Evrim Onuk