Sisin Ortasında…

En beklemediğin yerinden kırılıveriyor hayat.

Çeşit çeşit sabahın var, uyanmak istemediklerin ve bir an önce doğsun diye beklediklerin. Gözünü açamadığın, aklını susturamadığın, ayaklarına yetişemediğin, kendi sesine bile ilişemediğin, bin türlü sabahın var.

Daha iyi hatırlamak istediğin ve tamamen unutmayı seçtiğin. Bu sabah uyandığımda da hala orada asılı duruyordu.. Hiçbir şeye mecalinin olmadığı, kocaman bir boşluğun ortasında hem tüy gibi hafifçe süzüldüğün, hemde kendini çelik gibi ağır hissettiğin zamanlar oluyor. Düşündükçe kelimeler aklımı kemiriyor, artık bir şeylere boyum da gücüm de yetmiyor. Derin bir sessizlik, insanı böyle zamanlarda sadece yürümek kurtarıyor. Nereye olduğunu bilmeden alabildiğine yürümek, ben de yürüyorum.

Çünkü artık eminim; araf dedikleri şeyden sadece içinden geçerek kurtulabiliyorsun. Düşündükçe insan çıldıracak gibi oluyor, ama nasıl oluyorsa oluyor, çıldırmıyorsun. Sınırlarımı tahayyül etmeye, kelimelerin yetmediği, bir sonsuzluğun içinde kaldığımı hissettiğim o an gözlerimi kapattıyorum. İçime dolan ve boşalan nefesim, kaburgalarım, akciğerlerim ve kalbim!

Ahhhh kalbim… Biricik ve sahip olduğum ne varsa gün ışığına, gün yüzüne çıkıyor. Öylece açınca göğsümün ortasını, sanki başka türlü bir hava doluyor içime, ve ben başka türlü rahatlıyorum. İnsanın yaşadıklarını anlaması bir zaman, anladıklarını sindirmesi ve o sindirdiklerinden işe yaramayacakları bir çöp torbasına koyup kapının önüne bırakması bambaşka bir zaman istiyor. Yorucu da geliyor tabii.

Kendimle konuşuyorum. Kendimi dinliyorum. Bazen kendime üzülüyorum, bazen kendime kızıyorum. Yürüdüğüm adımları, yorulduğum anları sayıyorum. Ümitsizliğe, yanlış bağlanmış düğümlere, fazla sıkı atılmış ilmeklere, boşu boşuna taşlaşmış yollarıma mahal vermemeye kararlıyım. İnandığım şeyleri gözüm kapalı yıkmaya da….

Nasıl bir döngü ve durumun içine çekildiğini bilmeden, olduğun andan itibaren, kendinle o durum arasında, bir sınav yaratırsın. Kutupluluk, artık iki keskin uçlu bir bıçak gibidir. Hiç durmadan dönen, dönüşen bir hayat. Açan, solan, yeşeren, kuruyan. Sonra her şeye yeni baştan başlayan. Bıkmadan, kendinden yeniden kendini doğuran. Bakıyorum aynaya, üzerimde tonla iz, yara. Hem derin çizikler bir o kadar da taze çiçekler.

Hayat dediğin bu kadar. Kalanlar ve gidenler. Hainler ve Susanlar. Hepsinin ortasında sen, kendin olabildiğin kadar.. Sevdikçe sevmeye teşne bir kalbim var, iki de güçlü kanadım. Bu his içimi rahatlatıyor. İnsan yaşayıp yaş aldıkça iki şey çok değişiyor sanki; biri gözlerindeki ifade, diğeri hayattan bekledikleri. Hiçbir şey mükemmel değil ama her şey tam da bundan sonra olması gerektiği gibi…

Haftaya görüşmek üzere,

Evrim ONUK

Paylaş:

Şimdi Keşfedin!

Yazılarım

Yankı

Yağmur sesinden başka tüm seslerin kısıldığı, üzerime bir hırka giyerek vücudumu, birkaç satırla ruhumu, kahveyle içimi ısıttığım saatlerimdeyim. Etraf sessizleşince birde üstüne yağmur yağınca gerçekliğin

Yazılarım

Yeni Sabahlar

Herkes değerleri için bedeller ödüyor. Kırk iki yaşımın baharında bir gerçek netleşiyor. Değerler bedellere yeterli geldikçe devam ediyor. İnsan tabiatı gereği hayatı sürdürülebilir kılmaya meyilli.

L'Atelier SoHo