“İncelik yorgunluğu” diye bir şey var. Her şeye en derin, en anlamlı, en zarif, en empatik bakma çabası bazı anlar geliyor ki gönlünü yoruyor insanın. Bu düşüncelerimden sebep; Düşüme uzanan uzun ve kısa bir köprü hayal ediyorum ben de. Bir el, gizli ve büyülü bir geçit, kimsenin bilmediği güvenli bir yol. Sakin, huzurlu ve sağlam adımlarla üzerinde yürüyorum. O köprü de zamansız yürürken seni, bizi düşünüyorum. Köprünün sonu düş bahçeme çıkıyor. Düşünden büyük bahçesi olmayanlardanım ben. Bahçemin en görkemli çiçeği, en köklü ağacı, bazen bahçemin marazı, iyisiyle kötüsüyle bahçemin tamamı, bahçemin her şeyiyim. Güzelleşen, güzelleştiren, büyüyen, büyütenim. Düşlerimin orta yerinde düşüp kendi kendine içerlenen de benim, düş kanatlarını güçlü bir albatros gibi yeniden açmaktan çekinmeyen de. Düş kurucu olmayı, düş kırıcı olmaya tercih edenlerdenim. Çok değil, zor da değil, köprüye adımımı atmamla bahçeme kanatlanmam arasında bir nefeslik yol alıyorum.
Üzerimde masal kuşları uçuşmaya başlıyor. Gözümü içinde bulunduğum âna kapatıyorum. Sonrası iyilik, güzellik, kutlamalık. Köprüyü aşıp bahçeme koşuyorum. Yanım da “Sen” Çevresi huzur çitleriyle çevrili, öfkelerden arınmış koca bir arazi. Yeşilin bin bir tonu ve tüm çiçeklerin kokusu, denizin esintisi. Doğayla baş başa kaldığımız bir düş bahçesi inşa ettim içimde. Tam ortaya büyük bir zeytin ağacı kondurdum. Yüz yıllık gövdesi var sanki, kökleri toprağın altına diş geçirmiş gibi sağlam. Gölgesi tüm dünyamı koruyacak kadar geniş. Tüm çitlerin üzerinden begonviller sarkıttım, renkleri gözümü alıyor. Ve kalan tüm renkleri çiçeklerin üzerinde ahenkle dans ettirdim. Güneşi gökyüzüne sabitledim. Yıldızları ve ayı da. Hepsi yan yana. Bulutları başımızın üzerine pamuk gibi yapıştırdım. Eşsiz bir tablo çizdim zihnimde ve istediğim her an oradayım. Düş bile olsa insan bazı anları ölümsüzleştirmek, pamuklara sarıp sarmalamak istiyor. Nihayetinde bana, “Düş insanı” olup kendime iyi gelmekten başka çare kalmıyor çünkü.
Evrim Onuk