Kırmızı tuğlalı bir evde, bir minderin üzerindeyim.
Aydınlık ışık alan, beyaza boyanmış duvarlar, beyaz ahşap rabıtalar, yemyeşil kadife bir koltuk, odaya yayılan lavanta kokusu ve arkadan gelen zen müziği, bu odada kendini sonsuz huzurlu hissettiriyordu. Önce beni dinledi, sonra ben onu dinledim. Mental ve fiziksel ön hazırlığını yaptı. Ardından yanıma geldi ve gözlerimi kapatmamı istedi….
Şimdi hipnoz olmadan gözlerini kapatıp yarı uyku, yarı uyanıklık arasında bir moda geçiceksin. Birtakım geçmiş yaşam anıların ve hatta anne karnındaki anıların dahi olabilir, psişende saklı olan ne varsa ortaya çıkacak”. Tam bir zamanlaması yok ama yaklaşık 1 saat sürecek. Bilinç altın sayesinde farkında bile olmadan yeniden dönüşeceksin diye devam etti. Bir yandan Rehberimin güven veren sesine teslim olurken diğer yandan susmayan iç sesime kulak kabartıyordum.
Telkinler ve geriye doğru saydığımızı, tamamen ona teslim olduğumu hayal meyal hatırlıyorum. Ruhumun tekâmülü mutlak huzura yükseldi sanki. Burdan o saatler de neler yaşadığımı ve sonrasında gelişen mental durumumu bir sonraki yazımda paylaşıyor olacağım.
Zor bir karardı benim için, çünkü altından bambaşka sorunlar da çıkabilirdi. Bilinç altında hatırlamayı istemediğim anlar ve anılar gün yüzüne çıkıp, beni bertaraf edebilirdi. Seans sırasında yaşadıklarım ve yüzleştiklerim çok ağır geldi ama ilahi düzende helalleşmek, teşekkür ederek, eterik bağımı kestiklerimi uğurlamak tı amacım…
Ayder; en hacimli hayalimdi… Soğuk havayı iliklerime kadar hissederken, içimi ısıtan o sıcacık yeşil çaydan ilk yudumu aldığımda, kaybettiğimi unuttuğum nefesimi buldum. Dinlendim, durdum, dinledim, izledim. İçimde firara meyyal olanları dizginledim. Hikaye kitabıma 3-5 sayfa daha ekleme yaptım, yürümenin kaygıyı azalttığını yeniden hatırladım, akşamları çok erken saatlerde uyudum ve muhtemelen sessizlik ve huzurdan her sabah erken uyandım.
Fabrika ayarlarıma döndüm, kuş bakışı gördüm birtakım meseleleri, uzaklaşınca ufalan şeyleri umursamamanın lüksüne aydım. Tebdili mekanın alametine inanan herkes gibi göçebeliğe yine hayran kaldım. Hiçbirşeyin aynı kalmadığını, gelişmenin, sonu olmayan bir yol olduğunu yeniden deneyimledim. ‘Yeni birşey öğrendiğimizde yanlıştan, doğruya geçmiyoruz, yanlıştan daha az yanlışa geçiyoruz …
Hiçbir zaman tam olarak mutlak doğruya erişemeden, hep ona bir adım daha yaklaşma yolundayız. Aldığım terapilerde fark ediyorum ki duygusal yoksunlukla büyümüş biri için, Ayder’e gelmek kolay değilmiş. Birçok tutulmalar ve çözülmelerden geçti, hem ruhum hem bedenim. Temelde aynı insanım ama başka gözlükler, eldivenler, şapkalar takıyorum. Kendi hakkımı kendime veriyorum.
Bu güzelliği bu dayanıklılığı geçiştirmiyorum. Farklı farklı hayatlar yaşadım. Bir insanın içine bir çok kadın sığdırdım. Çocuk kadın, kardeş kadın, arkadaş kadın, eş kadın, sevgili kadın, anne kadın.
Ufacıktım, büyüdüm. Hatalar da yaptım sıkça, ama kendimle ilgili birçok şeyi bu dönemlerde öğrendim. Kimsenin ne dediğini ve ne düşündüğünü takmadığım şu tatlı zamanlarda hayat daha cömert davranıyor sanki bana. Arabamı satışa koyduğum gün gelen mucize, travma temizliği seansında yaşadığım tecrübe, yaratıcı insanlar ile yaptığım derin sohbetler, hepsinin kıymeti bambaşka şimdi hayatımda. Hayat hem iyi, hem kötü, hem trajik, hem de komik.
Bazen ürkütücü ve adaletsiz bazen de mucizevi ve sevindirici. Zaman öyle sabırla işliyor ki seni, bu yolda neyi biriktireceğini, hangi anıya kol kanat gereceğini, daha da önemlisi yaranı neye dönüştüreceğini tercih eder hale geliyorsun. Yeni bir hayalimin eşkalini veriyorum sohbetlerde. Meğersem durunca ben düşmüyormuşum, teneffüsün de kendince bir tatlışlığı varmış zaten.
Haftaya görüşmek üzere,
Evrim ONUK