Pencere…

Bazı günler zor geçiyor yalan yok. Bir sebepten toparlayamıyor insan duygularını. Öylece bırakıyor içini dışarı. Sıkışıyor kendinden. Sonra uzun bir yürüyüşe çıkıyor. Biraz müzik dinliyor. Zamana emanet ediyor kendini, bırakıyor. İçinde bir yer yavaş yavaş genişliyor ya bir süre sonra, ferahlıyor hani.

İşte tam öyle bir andayım dün yine tek başıma kalmışlığı seçerek uzaklaştım İzmir den. Bir günlüğüne kaçış noktam olan Urla bağ evine gittim telefonumu kapattım tüm gün kendimle baş başa kaldım. Duyguların içinde kaybolmak yerine onları anlamlandırmaya çalışmak, kendimi duygunun ağırlığından koruyabilmek sanırım çocukken hiç fark etmeden yapabildiğim bir süper gücümdü. Sonra yetişkin oldukça bunu kaybettiğimi hatırladım. Yanım da getirdiğim kitabımı okurken kendi içimde mücadele verdiğim duygulara başka bir pencereden bakmaya çalıştığımı fark ettim. Kitapların bize verdiği en güzel hediye bu değil mi zaten? Sadece ayna olup sende var olanı okuduğun ve yalnız hissetmediğin kitaplar kıymetli ama! Bunu yanısıra o aynayı paramparça edip başka bir sureti karşına dikebilen kitapları okumak da insanı dönüştüren sihirli bir değnek gibi. 

Belli bi süre doğanın içinde, kurulu düzenimden uzak kalınca, yaşadığımı hissediyorum ben. Vücudumu, o bitmeyen enerjimi, kadınlığımı, duygularımı hissediyorum. Etraf sessizleşince gerçekliğin basitliği beliriyor içimde. Kalbimin ezelden bildiğini, zihnimin zorlama kandırmacasıyla unuttuğum “gerçek yaşamla” ilgili kafa yoruyorum haliyle. Sonra şöyle düşünürken buluyorum kendimi; Zaman denilen şey, Tanrı’nın merhametini bize gösteriş şekli olabilir mi? diye düşünüyorum. Bir zamanlar bana denmişti ki söz niyettir. Ağzımızdan çıktığı an kendi gerçekliğini yaratmaya başlar. Farkındalıkla yaşadığımız her an, aldığımız her nefeste aslında geçmişimizi oluşturuyor ve geleceğimizi inşa ediyoruz. Geçmiş dediğimiz de aslında şu anda yaşadıklarımız ve iyisiyle kötüsüyle bu andan öğrendiklerimiz. Kendimi yokluyorum, yolun neresinde olduğumu görmeye çalışıyorum. Malum, bir yandan hepimizin yolu biricik ama dertlerimiz de bir şekilde hep aynı. Doğanın terapisinden kendimi bildim bileli faydalanıyorum. Psikoterapide de birkaç ay sonra bir yılı geride bırakacağım. Son bir yıl kendime en büyük yatırımları yaptığım yıl oldu. Bu yıl da bunun meyvelerini yediğimi hissediyorum. Fakat an geliyor, senin o toparladığım dediğin güçlü kadın bir anda bir şekilde alabora olabiliyor. 

Bazen kendime o kadar aynı yerden bakıyorum ki tek bir güçlü soru beni bambaşka bir bakış açısına getiriyor. Özlem ve hasretlik çektiğim o zamanlar, işte o güçlü kadının kontrolünü kaybediyorum. Sebep ve sonuç ilişkisinin nedenleri sorgularken vardığım nokta da şunu düşünüyorum. İnsan sadece seçimlerin den ibaret yaşıyor bu hayatı. Seçtiğin ve kendine öngördüğün o biricik yaşamın senin karakterini belirliyor. Turgut Uyar’ın çok sevdiğim bir sözü geliyor aklıma, “Kendi karakteri içine gömülen gizlenen, gösterilmeyen, hissettirilmeyen yanında olamayan sevginin zerre değeri, kıymeti yok gözümde. Bu duvar da beni çok seviyor olabilir, bilemem.” Doğru, haklı. İyi niyetlerle, sadakat ve güvenle göstermek lazım sevdiğini. Çünkü zaten başka ne var, ne kalacak ki elimizde? Bir şeylere ait olma isteği temel bir ihtiyaç insan için. Bahsettiğim aidiyet ülkeye, aileye, sevgiliye hissettiğimiz değil ama. Bir sebebi olmaksızın sezgisel olarak içten içe bildiğimiz bir duygu olan aidiyetten bahsediyorum. İçindeyken kendi özümüzü hissettiğimiz şehirler, mekanlar, anlar veya yanındayken kendimiz olabildiğimiz insanlar… O anla, o yerle, o kişiyle bir bütün olma halindeki aidiyet. 

Sanırım bazı günler öylece sadece hissederek kabuğuna çekilerek yaşadığım sakinlik iyi geliyor bana. Ve Füruğ Ferruhzad bahsettiği pencereyi bularak… “Bir pencere yeter bana, bilinç ve bakış ve suskunluk anına açılan bir pencere…”

Evrim Onuk

Paylaş:

Şimdi Keşfedin!

Yazılarım

Bugün 42

Bugün 42 Hayatta kendimi birçok açıdan şanslı buluyorum ama bazı şanslarımı kendim var ettim, bunu da biliyorum. Geniş bir daire çizerek zaten başından beri olduğum

Yazılarım

Sevgili Yaz

Ağustos toparlandı gitti işte. Deniz, rüzgar, sessizlik, beyaz kumlar ve tüm bunların insanın ruhuna zerk ettigi muazzam dinginlik. Haziran başlarken bu yaza çok inanıyorum demiştim.

L'Atelier SoHo